3 Eylül 2013 Salı

ne var ne yok? - on

uzun zaman sonra yeni bir blog yazısı yazmaya karar verdim. hangi konseptte yazsam, hangi seriyi devam ettirsem diye düşünürken en son yazdığım "ne var ne yok" yazısının üstünden çok fazla zaman geçtiğinin farkına vardım ve o kadar çok şey yaşandı ki bu süreçte, neden olmasın ki lan dedim kendi kendime.. hayde bismil..

"ne var ne yok - dokuz" başlıklı yazıya dramatik bir başlangıç yapmışım.. vicdan mevzusundan açmışım konuyu.. insanlığın ölümü filan.. şimdi o günkü kadar karamsar değilim hacılar. gezi parkının en muhteşem günlerini gördükten sonra insanlığa olan inancım bir tık arttı. hala gülen, güldüren, başkalarına karşılıksız iyilik yaparak mutlu olabilen tüm direniştaşlara selam olsun..
"her yer taksim, her yer direniş!!"

cihan erasmusla danimarkaya gidecekmiş önceki yazıda.. cihan gitti, geldi, bir daha gitti. bu sefer yüksek lisans için ve 2 seneliğine. ayrıca çaçut evlendi ve edirneye(!) taşındı, hande evlendi, okan ankarada, özge ankarada, can avustralyaya gitti... listenin sonu gelmiyor hemuagoin.. giden gitti, kalan sağlar bizimdir tabii de... yalgızaaam yaaaalllgızzz...

bir evlilik furyası başladı ki sormayın.. birileri sokakta alyans mı dağıtıyor nedir gelinliği giyen "eveeeett" diye bağırıyor amk. b.k varmış gibi.. (bkz. Deli Evlenmesi http://benkendimvesmallozzy.blogspot.com/2011/10/deli-evlenmesi.html ) hayır evlenen evlensin beni ilgilendirmez de düğünlere gidince "-eeee ozan, darısı senin başına artık.  -seni ne zaman everiyoruz?  -hadi bakalım sıra sende mi yoksa?" diye darlamacalar yok mu insana en çok onlar koyuyo hacı..

evlenme işiyle ilgili yeni gözlemler yaptım. mesela evlenen çift sevgililik hayatları boyunca o modern sanat galerisi senin, bu experimental jazz konseri benim gezen, bütün klişelerden koşarak uzaklaşan, rakı ve kutu efesi kıro bulup türlü kokteyllere bir dünya para döken, her türlü marjinalliğin dik alasını barındıran, senin benim gibileri s.kine bile takmayıp cool mu cool takılan tipler olsalar bile, kınada "yüksek yüksek tepelere" çalarken yalandan ağlıyolar, düğün günü geldi mi "pınar başşı burma burma yaar yaaar yaaaar yaar, yaaar yar amman!!" çaldığında s.ke s.ke o halaya katılıp pisti tavaf ediyolar, "angaranın bağları da, büklüm büklüm yolları" ile kanat çırpa çırpa sekiyorlar, "kara gözlü çingenem aşık oldum ben sana" ile dokuz sekizlik bir göbek seansında kendilerini paralıyorlar.. bunlar hayatın acımasız gerçekleri gençler.. sonra sorduğunda da cevap belli: "düğünü annemler için yaptık hacı. çok istediler ikimizin ailesi de, mecburen yaptık. biz zaten akşam partiliycez moruk, bi iki saat annemlerin gönlü olsun istedik".. hade len ordan. takı töreninde şıkır şıkır para taktırırken, damat halayında yerden göğe alkışlarken öyle demiyodun.. hepimizin içinde bi tarık mengüç var hafız.. kabul edin..

ben içimdeki tarık mengüçü çaçutların düğünde piste döktüm şahsen.. hayatımda ilk (ve muhtemelen son) kez bir düğünde oynadım. umarım sauron gibi gücünü toplayıp yine içime kaçmaz tarık.. #direnfrodo..

bence bütün bu evlilik tatavasının en keyifli yanı balayı.. deniz, güneş, kum, dinlenmece ve ölesiye seks.. eğer direk balayına skip edilebiliyosa bu ilişki mevzusu yarın evlenirim hacı.. net..

daha önce en yakın arkadaşını evlendirmemiş olanlara tavsiyeler;
1- EVLENDİRMEYİN!!!
....
insanın ağzına s.çıyor vesselam..

bu yaz nedense önceki yazlara göre daha az sıkıcı ve daha koşturmacalı geçti. üstelik sadece 5 gün deniz kenarında geçirmeme rağmen.. yaşlanıyorum galiba..

tatil vakti geldiğinde deniz-güneş-kum yerine dağ-yayla-tarihi yer tercih etmeye başladıysan, yaşlanıyorsun demektir.. aklını başına devşir..

yaşlandıkça yeni arkadaşlık kurmak ne kadar da zorlaşıyormuş lemurakoyun. içi şişiyor insanın..

roger waters konseri efsaneydi.. bir pink floyd değil ama orjinali gibi, birebir, hiç anlaşılmaz.. comfortably numb solosunda boşalmayan var mı?

hatunlar, asla evet demeyecekleri heriflerin peşlerinde koşmalarına bayılırlarmış, heriflerin hislerinin zerre önemi yokmuş, hatun kişi, gerçekte gönlünü kaptırdığı esas oğlanı elde edene kadar kendisine yazılmakta(evet iğrenç bir kelime, farkındayım..) olan hiç bir herifi net bir şekilde reddetmez böylece sürekli güzel ve çekici olduğu hissiyatını canlı tutarak bir nevi osbir çekermiş, osbir çekilirken zavallı heriflerin "sabun"dan başka birşey olmadıkların farkında olma ihtimali yokmuş, zavallı sabuncuklar ancak osbir bittikten sonra duruma uyanıp kendilerini bol suda köpürtürlermiş.. gökten üç elma düşmüş...

get lucky.. son dönem favorim..

go-kart efsanevi bişeymiş.. mutlaka yapın ama önceden bel fıtığı ameliyatı için gün almayı unutmayın.. ayrıca sonraki 3 gün elinizden-kolunuzdan randıman beklemeyin.. benden söylemesi..

yüksek lisansa başladım. hatta ikinci senesi başlayacak yakında. şimdilik herşey güzel gidiyor lakin bir yolunu bulup yurtdışına kaçmam lazım doktora için. şans ve başarı dilemekten öteye geçip bana okul, hoca ve burs bulmak isteyen canlara kapım her zaman açık.. imece rules!..

ifmoya girdim lan.. çok keyifli.. ışın kılıcı fln.. konserlere gelin hacılar..

amerikalı bir dostumdan aksanımın "komik" olduğunu öğrendim. meğer amerikan aksanı yerine amerikan saksağanı varmış bende.. gıdaklıyomuş..

çArşı.. başka söze gerek yok..

g.t, göbek aldı başını yürüdü. böyle lego gibi, göbeği "fıp" diye çıkarıp atsak fln olmuyo mu? illa aç mı kalmak lazım lan.. nası yapsak? "e iyi de ayı gibi yiyosun olm" diyenleri duyuyorum.. ağzınızı kırarım..

adalar.. o atmosfer başka yerde yok.. bi de bozcaada var tabi.. dı bestıst..

yetmişlik sek martiniyi 2 saatte içersen ne olur? polonezköydeki villanın tuvaletine sorun, o anlatır..

ilk defa bir partide temizleyen ekipte değil de kusan ekipteydim. yeniliklere açık olmak lazımmış..

bu sene hem tour de france'ı hem wimbledon'u kaçırdım.. "bi elaamet geldi, anam gıyaamet gopiyi dedim.. vvuuuuuuuu"

yazacak çok şey birikmiş. lakin saat 3 oldu ve yazı da iyice zenci s.kine döndü, sonu gelmiyor.. bitiriyoruz efem..  yarın sabahtan okula gidip piyano çalışmam lazım.. ben, notalarım ve terli tişörtlerim orada olacağız.. buyrun gelin, kahveler benden..

hayde siyu!..

8 Ocak 2013 Salı

El

sıradan bir organ değildir el. doğduğumuz andan öldüğümüz ana kadar diğer bütün organlarımızdan çok daha fazla şey için kullanırız ellerimizi. bu yazıda kronolojik olarak el ve kullanımları üzerine bişeyler çiziktireceğim. hayde bismil..

doğduktan hemen sonra yumru halinde kafamızın iki yanında tutarız onları. bazen içgüdüsel olarak ağzımıza götürmeye çalışır, çoğunlukla başarısız oluruz.. sıklıkla "nah" yaparız o minicik sevgi yumaklarıyla. yirmi sene sonra yapsak aynı şeyi dayak yememize sebep olur ama boyutumuz bu kadar küçükken bizi dövmek yerine sever insanlar. "bak hulki, hareket çekiyo bizimkisi.. aman da aman.. yerim o ellerini senin!! agu bugu!!.."
sonra bişeyleri tutmaya başlarız minik cevizciklerimizle. en çok da anne-babamızın parmaklarına bırakmamacasına sarılır, onlara mesaj göndeririz adeta "ömrünüz boyunca yapışıcam size, ağzınıza s.çıcam olum!" deriz... anlamaz saftirikler. yine sevinirler "bak hulki bak ne kadar da güçlü bizimkisi.. tuttuğunu koparıyo maşşallah.." sonra yavaştan annemizin memelerine yapışmacalar başlar. elektra kompleksinin başlangıç aşamalarıdır bunlar freud abimize göre. yirmibeş sene sonra yapışacağımız memelerin, annemizinkilere benzeyeceğini söyler. haklıdır da. düşüncesi ne kadar tiksinç olsa bile, haklıdır freud abimiz. itiraf edin.. yine de o boyutlardayken "karnı acıkmış ah canım canım. bak hulki meme istiyo bizimkisi.. gidip emzireyim ben şunu.. agucuk bugucuk!!" der annemiz. başkaları da güler buna.. boyut önemli tabi..

tutma olayını abartırız büyüdükçe. eşyaları tutarız, hatta tutup atarız biyerlere.. yemek yemek için kullanmaya başlarız hafiften. lokmaları tutmaya çalışırız, ağzımıza götürmeye çalışırız, başaramayız, severler bizi yine, gülerler.. burnumuzla oynamaya başlarız hafiften. kakamızı dürteriz meraktan .. böcek falan yeriz iyice tutmaya alıştığımızda.. hep gülünür bunlara.. komiktir de..

ufaktan çükümüzü/kukumuzu farkederiz. onları dürtmeye başlarız nedir bu diye. bebeklikten çocukluğa geçtikten sonra oyun oynamak, yemek yemek ve yaramazlık yapmak için kullanırız kolumuza bağlı beş parmaklı uzuvlarımızı.. sonra okul başlar kalem tutmayı öğreniriz. ödevler gelir sonra. belki bir enstruman çalmaya başlarız veya basketbol gibi sporlarla tanışırız hafiften.. temizlik, oyun, beslenme, ödev, eğlence gibi amaçlarla kullanmaya başlamışızdır artık işlevsel topaçlarımızı.. uzun bir süre de böyle gider bu. taa ki ergenliğe kadar..

işlerin çirkinleşmeye başladığı dönemdir ergenlik. kendi kıçımızı yıkamaya başlamışızdır ergenlikten önce ama ergenlikle beraber vücut temizliği beş kat arttığı için işler çığırından çıkmaya başlar.. mastürbasyonun keşfi ile ellerimiz doktoralarını alıp doçentliğe doğru yol alırlar.. artık pek çok birbiriyle çelişen, beraber düşünüldüğünde mide bulandıran işleri sadece bu iki köleye yüklemişizdir çoktan.. yemek yaparken veya yerken kullandığımız elleri, dübür çeperinde kalan kakaları temizlemek, osbir çekmek, burun karıştırmak banyo yaparken her tarafımızı temizlemek, otobüste/minibüste başka ellerin defalarca tutunduğu demirlere tutunmak ve ev temizlemek gibi işlerde de kullanırız mecburen. nasıl? mideniz bulandı değil mi? yaptık hepimiz. ergenliğe girmemizle saflığını yitirdi eller.

sonra okul bitti meslek sahibi olduk, kimimiz elleri deforme eden işlerde çalıştı, kimimiz bilgisayar başında parmak izleri silinene kadar zorladı ellerini. bir yandan başka her şey için kullanmaya devam ettik ellerimizi. sevişirken çok önem arzetti eller. tokalaştık, meme/g.t avuçladık, sivilce sıktık, yılbaşı hindisine mağara adamları gibi daldık, hareket çektik, yumruk/tokat attık, para aldık/verdik, kartopu yaptık, tuvalete düşen telefonu çıkarttık, çocuğumuzun başını okşadık, bebeğimizin gazını çıkarttık... ve daha neler neler..

bütün bu çelişen işler için aynı iki bahtsız bedeviyi kullandık. ellerimiz.

yaşlandıkça çekti, küçüldüler. damarlar görünmeye başladı üstlerinden, çelimsizleştiler.. titremeye başladılar ufaktan. iş göremez oldular git gide..

son olarak, buz gibi olmuş bir beden üzerinde, göğsümüze konulmuş olan bıçağa sarılı halde bırakıldılar yakınlarımız tarafından.
kefene sarılırken de hazırol pozisyonundaymışçasına vücudumuzun iki yanına sabitlendiler..

böyle oldu ellerimizin hikayesi.
kah gülerken ağzımızı kapattık/dizlerimizi yumrukladık, kah ağlarken başımızı aralarına aldık/gözyaşlarımızı onların terslerine sildik, kah sinirle başkalarına vurduk onlarla, kah sevdik birilerini/dokunduk/okşadık..

farkına varmadık ne kadar kıymetli olduklarının..
"bir elin nesi var, iki elin sesi var."
"iki eliyle bi s.ki doğrultamamak"
"elizabeth"... demeyin,
öpün elinizi, onları sevin.. bu kış soğuğunda eldivensiz çıkmayın dışarıya, onları üşütmeyin..