8 Ocak 2013 Salı

El

sıradan bir organ değildir el. doğduğumuz andan öldüğümüz ana kadar diğer bütün organlarımızdan çok daha fazla şey için kullanırız ellerimizi. bu yazıda kronolojik olarak el ve kullanımları üzerine bişeyler çiziktireceğim. hayde bismil..

doğduktan hemen sonra yumru halinde kafamızın iki yanında tutarız onları. bazen içgüdüsel olarak ağzımıza götürmeye çalışır, çoğunlukla başarısız oluruz.. sıklıkla "nah" yaparız o minicik sevgi yumaklarıyla. yirmi sene sonra yapsak aynı şeyi dayak yememize sebep olur ama boyutumuz bu kadar küçükken bizi dövmek yerine sever insanlar. "bak hulki, hareket çekiyo bizimkisi.. aman da aman.. yerim o ellerini senin!! agu bugu!!.."
sonra bişeyleri tutmaya başlarız minik cevizciklerimizle. en çok da anne-babamızın parmaklarına bırakmamacasına sarılır, onlara mesaj göndeririz adeta "ömrünüz boyunca yapışıcam size, ağzınıza s.çıcam olum!" deriz... anlamaz saftirikler. yine sevinirler "bak hulki bak ne kadar da güçlü bizimkisi.. tuttuğunu koparıyo maşşallah.." sonra yavaştan annemizin memelerine yapışmacalar başlar. elektra kompleksinin başlangıç aşamalarıdır bunlar freud abimize göre. yirmibeş sene sonra yapışacağımız memelerin, annemizinkilere benzeyeceğini söyler. haklıdır da. düşüncesi ne kadar tiksinç olsa bile, haklıdır freud abimiz. itiraf edin.. yine de o boyutlardayken "karnı acıkmış ah canım canım. bak hulki meme istiyo bizimkisi.. gidip emzireyim ben şunu.. agucuk bugucuk!!" der annemiz. başkaları da güler buna.. boyut önemli tabi..

tutma olayını abartırız büyüdükçe. eşyaları tutarız, hatta tutup atarız biyerlere.. yemek yemek için kullanmaya başlarız hafiften. lokmaları tutmaya çalışırız, ağzımıza götürmeye çalışırız, başaramayız, severler bizi yine, gülerler.. burnumuzla oynamaya başlarız hafiften. kakamızı dürteriz meraktan .. böcek falan yeriz iyice tutmaya alıştığımızda.. hep gülünür bunlara.. komiktir de..

ufaktan çükümüzü/kukumuzu farkederiz. onları dürtmeye başlarız nedir bu diye. bebeklikten çocukluğa geçtikten sonra oyun oynamak, yemek yemek ve yaramazlık yapmak için kullanırız kolumuza bağlı beş parmaklı uzuvlarımızı.. sonra okul başlar kalem tutmayı öğreniriz. ödevler gelir sonra. belki bir enstruman çalmaya başlarız veya basketbol gibi sporlarla tanışırız hafiften.. temizlik, oyun, beslenme, ödev, eğlence gibi amaçlarla kullanmaya başlamışızdır artık işlevsel topaçlarımızı.. uzun bir süre de böyle gider bu. taa ki ergenliğe kadar..

işlerin çirkinleşmeye başladığı dönemdir ergenlik. kendi kıçımızı yıkamaya başlamışızdır ergenlikten önce ama ergenlikle beraber vücut temizliği beş kat arttığı için işler çığırından çıkmaya başlar.. mastürbasyonun keşfi ile ellerimiz doktoralarını alıp doçentliğe doğru yol alırlar.. artık pek çok birbiriyle çelişen, beraber düşünüldüğünde mide bulandıran işleri sadece bu iki köleye yüklemişizdir çoktan.. yemek yaparken veya yerken kullandığımız elleri, dübür çeperinde kalan kakaları temizlemek, osbir çekmek, burun karıştırmak banyo yaparken her tarafımızı temizlemek, otobüste/minibüste başka ellerin defalarca tutunduğu demirlere tutunmak ve ev temizlemek gibi işlerde de kullanırız mecburen. nasıl? mideniz bulandı değil mi? yaptık hepimiz. ergenliğe girmemizle saflığını yitirdi eller.

sonra okul bitti meslek sahibi olduk, kimimiz elleri deforme eden işlerde çalıştı, kimimiz bilgisayar başında parmak izleri silinene kadar zorladı ellerini. bir yandan başka her şey için kullanmaya devam ettik ellerimizi. sevişirken çok önem arzetti eller. tokalaştık, meme/g.t avuçladık, sivilce sıktık, yılbaşı hindisine mağara adamları gibi daldık, hareket çektik, yumruk/tokat attık, para aldık/verdik, kartopu yaptık, tuvalete düşen telefonu çıkarttık, çocuğumuzun başını okşadık, bebeğimizin gazını çıkarttık... ve daha neler neler..

bütün bu çelişen işler için aynı iki bahtsız bedeviyi kullandık. ellerimiz.

yaşlandıkça çekti, küçüldüler. damarlar görünmeye başladı üstlerinden, çelimsizleştiler.. titremeye başladılar ufaktan. iş göremez oldular git gide..

son olarak, buz gibi olmuş bir beden üzerinde, göğsümüze konulmuş olan bıçağa sarılı halde bırakıldılar yakınlarımız tarafından.
kefene sarılırken de hazırol pozisyonundaymışçasına vücudumuzun iki yanına sabitlendiler..

böyle oldu ellerimizin hikayesi.
kah gülerken ağzımızı kapattık/dizlerimizi yumrukladık, kah ağlarken başımızı aralarına aldık/gözyaşlarımızı onların terslerine sildik, kah sinirle başkalarına vurduk onlarla, kah sevdik birilerini/dokunduk/okşadık..

farkına varmadık ne kadar kıymetli olduklarının..
"bir elin nesi var, iki elin sesi var."
"iki eliyle bi s.ki doğrultamamak"
"elizabeth"... demeyin,
öpün elinizi, onları sevin.. bu kış soğuğunda eldivensiz çıkmayın dışarıya, onları üşütmeyin..